Sayfalar

22 Aralık 2015 Salı

Alevi Ünlüler, Alevi Sanatçılar - Sayfa 2

Alevi Ünlüler, Alevi Sanatçılar - Sayfa 2



Alevi Ünlüler


3.baskısı 2007 yılında yapılan “Ünlü Aleviler” adlı kitabı birçoğunuz okumuş veya duymuşsunuzdur. 

Yazarı Sn. Süleyman Yeşilyurt adeta bir ilke imza attım diye zilleri takıp oynaya dursun (işi o kadar çığırından çıkarmış ki Aleviler kendini açıklamazsa:”Yok açıklamıyorum, sırlar dergâhlardaki post’un altında kalacak diyorsanız, ileride benim gibi bir çılgın daha ortaya çıkıp baştan sona tüm parlamento arşivlerini tarayarak her şeyin çetelesini ortaya döküverir” ). Çok korktuk. Ne olacak şimdi? Bu çılgın tüm ayıplarımızı ortaya çıkaracak! Çok komik olmuş bu paragraf. Neyse, biz kitabın bir genel eleştirisini yapalım. ... 



Doğrusu kitabı eleştiri yapayım diye okumadım. Ancak birkaç sayfasını okuduktan sonra eleştiri yapmadan da duramazdım. Gerçi olumlu da olsa olumsuz da olsa her eleştirinin yazara ve eserine reklâm olacağının bilincindeyiz.

Kitap hakkındaki düşüncelerimi yazmadan Sn. Süleyman Yeşilyurt’u aradım. Kendisine kitapla ilgili eleştirilerimin olacağını ve sitemizde yayınlayacağını bildirdim.


 Sn. yazar, Aleviler ve Alevilik üzerine çok eser yazıldığını ve bu eserlerin 
Tamamının Aleviler tarafından kaleme alındığını yazıyor. Ayrıca bu yazanlarının tarafsız olamayacağını ve büyük bir kısmının getirim (rant) peşinde olduğunu yazmaktadır. 
Elimizde istatistikî bir veri yoktur. Şu kadar eser yazılmış ve bunların hepsini Aleviler yazmıştır diyebileceğimiz somut bir veri yoktur. Diğer bir konu da getirim: öyle sanıyorum ki Sn. Süleyman Yeşilyurt da Aleviler sayesinde güzel bir rant elde etmiş olacak ki elinde yine Alevilerle ilgili bir kitap daha yazmakta ve adı geçen eser de 4. baskısını yapmaktadır. Ayrıca tarafsızlık konusunda kitabı okuduğunuzda evler şenlik diyeceksiniz. Bilinen bir gerçek vardır ki o da sosyal bilimlerde yüzde yüz nesnel olunamayacağı. Buna bir de yazarın taraflılığı eklenirse gerisini siz düşünün.

 Yazar adeta bir müfettiş gibi çalışmış kamuda hangi alevi var, kimin oğlu kimin nesi tüm detayları almış. Böylece gayri resmi bir fişleme olayını da gerçekleştirmiştir. Ve her defasında da, hani devlet kademesinde aleviler yoktu diye soruyor. Böylece kamuda çalışan veya emekli olan (ölen) hatta sanatçılar da dâhil olmak üzere tüm alevi ünlüler herkes tarafından bilinmiş oldular. Ülkemizin çok ciddi bir sorununu daha hal etmiş olduk. 

Yazar, Alevilerin bu konumlarını bize bir imtiyazmış gibi sunuyor. Yani Alevi bir yurttaşın milletvekili olması, bakan olması, general olması v.s bize verilmiş bir imtiyaz. Telefonda kendisine de söyledim; o zaman yasal bir düzenleme yapılması ve Alevilerin bu haklardan men edilmesi, böylece bundan da kurtulacaklarını söyledim.

Alevilerin bu konuma gelmeleri Aleviliklerinden kaynaklanmıyor. Onların kişisel çaba, yetenek ve dönemsel koşullardan kaynaklanıyor.

 Başka bir husus da:” bu şahısların çoğunluğu niçin kimliklerini saklıyorlar” diye hem hesap soruyor hem suçluyor. Fakat daha sonra bazı Ünlü Alevilerde de “bu kimliklerini” öne çıkardıkları için eleştiriyor. Yazar sanki mars gezegeninden gelmiş. Bu insanların kimliklerini niçin sakladıklarını bilmiyormuş gibi davranıyor. Oysa Japon ve ya Çinli birine sorsa onlar da gerekçelerini gayet güzel açıklarlardı. Şu Osmanlı arşivlerine bir baksa Alevilerin katli vaciptir. Vb.den bir tomar fetva bulacağını unutmuş değildir. Ama bilmezlikten gelmektedir. Fakat biz biliyoruz. Çünkü bizler bedeller ödedik. Yüz yıllarca katli vacip olan bir toplumun bireyleri olarak yaşadık. Ve daha Maraş, çorum, Malatya, Gazi ve en son olarak da Sivas katliamları. Bunları şah İsmail tehlikesini bertaraf etmek için mi yaptılar. Yoksa Safevi devletinin genişlemesinden korktukları için mi yaptılar. Yazar o kadar taraflı davranıyor ki kitabın 135. sayfasında Sivas katliamı kelimesini bile kullanamıyor, Sivas Olayları diyor. Sanki katledilenler olayı çıkarmış.

 Yazar bazı bölümlerde vicdanını öyle bir tarafa atıyor ki, benim vicdanım 
sızladı. –Neredeyse- Celali isyanlarından tutun da diğer Türkmenlerin isyanına ve bunların “kırıma “ tabi tutulmasını makul gerekçeler bulmaya çalışıyor. İşte bu Aleviler de Şah İsmail den etkilenmişler de, Safevi devletinin genişleme çabaları varmış da bu yüzden Osmanlı da haklı olarak bunları “soykırıma” tabi tutmuştur. “O devirdeki Anadolu Kızılbaşları’nın çektikleri bütün sıkıntılara rağmen Türkiye’nin düşmanı olan bir başka devletle kol-kola girmelerini hala anlamış değilim –sayfa 206-”. Osmanlı’nın “kırımlarını” haklı bulan bu yazar her nedense Alevilerin kendini gizlemelerini anlamsız buluyor. Bu anlamsızlığı kanıtlamak için de kitaplar yazıyor. “Allah hiç kimseyi vicdandan yoksun bırakmasın” demekten başka bir şey kalmıyor bize.

 Yazarın CHP ve İsmet Paşa ile bir alıp veremediği olduğu açık. Ya da bir 
husumetlerinin olduğu görülmektedir. Kitabın genişçe bir bölümünde bu konu işleniyor. Doğrusu bu bizi ilgilendiren bir bölüm değildir. İlgili taraflar kendilerini savunurlar. Yazarın, DP ve Adanan Menderes’in döneminde etkin olmaması kendileri için büyük kayıp olmuştur. Partinin sözcüleri veya propaganda yetkilileri bile yazarın yanında sönük kalırlardı. Bu konuda yazarı tebrik ediyorum. En kısa zamanda sağ partilerden birinin yazarı keşif edip değerlendireceklerini umuyorum.

 CHP ve İsmet Paşa ilgili bölümde bizi ilgilendiren: Aleviler ile bu unsurlar arasındaki ilintidir, nedenleri çoğaltılabilir ama genel olarak birkaç neden üzerinde durulabilir:

1. Suni inancın temellerine dayalı bir devletten laik temellere dayalı bir devlet Kurulmuştur. Alevilerin can düşmanı (Alevilerin katlini vacip sayan) bir devletten herkesi kucaklayan, inançları esas almayan bir devlet kurulmuştur. Bu devleti kim kurmuş, kim sahiplenmiştir? CHP ve İsmet Paşa’nın bunda payı yok sayılabilir mi? Tüm Alevilerin bilinçaltında bu yatar. Elbette tüm Alevilerin CHP ve İsmet Paşa’yı sevmeleri mümkün değildir. Ancak sık sık yazar tarafından “Aleviler niçin CHP ve İsmet Paşa’ya ilgi gösterirler” eleştirisinin cevabı bunda yatar. Alevilere de bu dönemde çok büyük haksızlıklar yapılmıştır. Ancak bu çok önemli detaylar büyük fotoğrafı görmemize engel değildir. 

2. Sağ partiler Osmanlı ve suni geleneğe dayalı devlet sistemine olan özlemlerini hiç bir zaman net bir şekilde yadsımamışlardır, ayrım koymamışlar /koyamamışlardır. Bu durumu en saf Alevi yurttaş bilmektedir. Bununla ilgili yüzlerce örnek verilebilir.

3. CHP’ye Alternatif olmadığı için bu ilişki devam etmiştir. 


Yazarın ruh halini anlamaya çalışıyorum. Kendisini devletin yerine koyuyor. Ya da 
Kendisini devletin asıl sahibi olarak gördüğü için bize roller biçiyor. Bakın siz her yere gelebiliyorsunuz daha neler istiyorsunuz. Arada bir katledildiğinizde ne yapalım devletin selameti için bunları anlayışla karşılayın diyor. Yazar çok büyük çaba harcamış, 85 yıllık Cumhuriyet tarihinde ve yaklaşık iki milyon devlet memuru ve dünyanın sayılı ordusu sayılan Türk Ordusunda ancak adlarını yazdığı bu kişileri bulabilmiş. Biraz daha çaba harcasaydı onbaşı ve astsubay ya da posta memuru olan Alevileri da bulabilirdi. (Bunlar da en az o diğer ünlüler kadar bizim için saygın ve muhterem kişilerdir)

 Yazarın Alevi sanatçılar için kullandığı “Allah vergisi yetenek “ kelimesi için kendisine şükran borçluyuz. Allahtan bunu bize ihsan ettiklerini söylememiş. Fakat burada da yine sol görüşte olmaları ve sanatı politize etmelerini eleştirmiştir. Her sanatçının bir siyasal düşüncesi vardır. Sanatını icra ederken de bu mutlaka eserlerine yansır. Fakat “benim kabem insandır” deyişi nasıl bölücülük oluyor hala anlamış değilim. Anadolu Alevi inanışında insan en kutsal değerdir. Ve her şey insan içindir. Allah zaten yücedir. Onun yüceltilmeye ihtiyacı yoktur. Bu deyişin manasını ve derinliğini bölücülük olarak değerlendirmiş. İlk defa bunu öğrenmiş oldum. Fakat bu durumda tüm aleviler bölücü olur. Zira bu, Alevilerin temel değerlerindendir.
Kitabın 132 sayfasında Arif SAĞ için: bir yarışma programından söz ederek, ayrımcılık yaptığını anlatarak “bu iddialar doğru veya yanlış orasını bilemem ama şu kadarını unutmayalım ki ateş olmayan yerden duman tütmez”. Bu cümleye şapka çıkartılır. Bir kişi hakkında bir iddia var. Onu kanıtlayamıyorsunuz, ama “öyle olmuştur” herhalde diyorsunuz. Buna el insaf denir. Başka bir şey denilmez. Bu cümle zaten kitap ve yazarı hakkında yeteri kadar bilgi veriyor bize.

 Yunus emre ve Karacaoğlan için yazdıkları da ( 199.sayfa) diğer konular için yazdığı kadar tutarsız ve geçersizdir. Bu iki kültür insanımızın Alevi olması “…, üniter yapıyı teşkil eden diğer insanlarımızdan -nasıl- tecrit ediyor …” Herkesin bu değerlere sahip çıkmasından sadece sevinç duyarız. Ancak gerçekleri örtbas etmeyi haklı kılmaz. Bizim PEKİN’İ kendimize ait saymamız ne kadar doğruysa Yunus Emre ve Karacaoğlan’nın da Suni olduğu o kadar doğrudur. 

 170. sayfada, Alevilerin parçalı görünümünü anlatan yazar Alevilerin üçe 
bölündüğünü yazıyor. Milyonlarca insanın aynı şeyi düşünmesi ve istemesi mümkün değildir. Kaldı ki demokrasi ve çağdaş değerlere sahip olan Alevilerin “tek tip” düşünce ve davranışlarda olması zaten düşünülemez. Bu bölümde yer alan şu cümlelere ne demeli: “…Türkiye Alevileri TC Müslüman kimliği taşıdıklarına göre üniter devlette anadil gibi, ibadet yeri de ikilemlere bölünemezdi” diyor. Yani Alevilerin camilere gitmemesi ve Cemevlerinde ibadetlerini bölücülük olarak görmektedir. İsmet Paşa’nın demokrasi anlayışını yerden yere vuran ve dikta yönetimi olarak değerlendiren bu demokrasi kahramanı sıra başkalarının haklarına gelince nedense birden diktatör kesilmekten geri kalmıyor. Neden? Çünkü kendini devletin sahibi olarak görüyor. Kendi haklarını meşru; başkalarının haklarını da gayri meşru görmektedir. Diğer yurttaşların da en az kendisi kadar bu ülkenin sahibi olduklarını ve yine en az kendisi kadar ülkelerini sevdiklerini kabul etmiyor. 

 Alevi derneklerindeki gençleri de düşünen yazar ,“…Alevi gençlerin 
Cemevlerinde yalnızca masa, sandalye, sehpa getirip götürme, bir de semah dönemlerinde kullanılmaktaydı.-172.sayfa-” diyor ve bu yüzden Alevi gençlerin cemevlerinden soğuduğunu belirtiyor. Bakın ne güzel, çok etkileyici!

 Bütün alanlarda olduğu gibi dedelik kurumu da çağın gerisinde kalırsa elbette tasfiye olur. Bundan daha doğal bir şey yoktur. Bütün aksayan, gerileyen ve yanlış yönlerin eleştirilmesi başta bizim görevimizdir. Dedelik kurumu şimdiye kadar en acımasız şekilde Aleviler tarafından eleştirilmiştir. Bu durum dedelerin tarihsel süreçteki rollerini ve katkılarını inkâr edemez. Yazarın “Hakkı huzur” için yaptığı eleştirileri umarız suni tarikatların dönen dolapları için de yapar. 

 “çok tartışılan bu poster meselesi, kendilerini çağdaş bir camia olarak 
kabullenen Aleviler açısından bir nevi karşı irtica olmuyor mu?...” (sayfa 191) bu cümleye gülmekten başka bir şey yapılmaz. Çünkü bir Kübalı Şeriat yönetimini ne kadar istiyorsa bir Alevi de o kadar ister. Sırf yandaş aramak için başvurulacak bir yöntemdir bu. İşte bizde diğer İslam öncülerinin posterlerini taşırsak bize şeriatçı diyemezsinizin ön savunmasıdır.

 Hacıbektaş Dergahı Vakfı Başkanı Timurtaş Ulusoy ile yaptığı bir röportajı okurken güleyim mi ağlayayım mı bilemiyorum. Röportajdan çok sıkıştırma, hesap sorma ve propaganda var. Önce taleplerini soruyor, sonra da bu taleplerin ne kadar yersiz ve yanlış olduğunu kabul ettirmeye çalışıyor. Bir de Alevi nüfusu sayısına bir itirazı var yazarın. Timurtaş Ulusoy “kanaatine göre 20 milyon Alevi var deyince”, yazar “böyle değerlendirmeler kanaatle olmaz. … İstanbul dahil Türkiye’de 4.5 milyondan fazla Alevi’nin bulunması söz konusu değildir” (Sayfa 229) diyor. Yazarın elinde Alevi nüfusun sayımı mı var? Yoksa diğerlerinin kanaati geçerli değil de yazarınki mi geçerli. Hem niçin bu kadar korkuyor ki Alevi nüfusundan. Ya da sayımız 4.5 milyon olunca bize karşı davranış ve düşünceleri değişecek mi?

Ümüt OTUNÇ
22 Temmuz 2008

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder